24 Şubat 2015
Yorumlar 0
Kategori Bilinçlendirme
24 Şubat 2015, Yorumlar 0

Doğal gaz; havadan hafif, renksiz ve kokusuz bir gazdır. Yer altında, petrolün yakınında bulunur. Yeryüzüne çıkarılışı petrolle aynıdır, daha sonra büyük boru hatları ile taşınır.

Doğal gaz rezervlerinin 76 trilyon metreküpü (%41) Orta Doğu ülkelerinde, 59 trilyon metreküpü (%33) Rusya ve BDT ülkelerinde, 31 trilyon metreküpü (%17) Afrika/Asya Pasifik ülkelerinde bulunmaktadır.

2009 yılı sonu itibari ile kalan üretilebilir doğalgaz rezervimiz 6,2 milyar m³’tür. Elektrik enerjisi üretiminde doğalgaza dayalı kurulu gücümüz 14.576 MW olup bu değer toplam kurulu gücümüzün 32,7’sini karşılamaktadır.

Doğal gaz arz-talep dengesine ilişkin çalışmalara göre 2011 yılına kadar olan dönemde yıllık gaz talebini karşılamakta sorun bulunmamaktadır. Ancak, talebin yoğun olduğu kış aylarında kaynak ülkelerdeki veya güzergâh ülkelerindeki aksamalar, dönemsel arz-talep dengesizliklerine yol açabilmektedir. Bu kapsamda, 2007 yılında 1,6 milyar m³ kapasiteli Silivri doğal gaz depolama tesisinin devreye alınması mevsimsel arz güvenliğinin sağlanması açısından oldukça yararlı olmuştur. Eylül 2009 tarihi itibari ile tesisin kapasitesi 2,1 milyar m³’e çıkarılmıştır. Ayrıca, Tuz Gölü Doğalgaz Yer altı Depolama Tesisi Projesinin tamamlanması için çalışmalar devam etmektedir. Hazar bölgesi gaz kaynaklarının ülkemize ve Avrupa pazarlarına taşınmasını amaçlayan Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğal Gaz Boru Hattı (Şah Deniz Projesi) faaliyete geçmiştir. 26 Kasım 2006 tarihinde gaz sevk edebilir hale getirilmiş ve Şah Deniz projesi ilk üretimini 15 Aralık 2006 tarihinde gerçekleştirmeye başlamıştır. Ayrıca, Türkmen ve Kazak kaynakları ile ilişkili olarak Hazar Geçişli petrol ve gaz boru hatlarının oluşturulması süreci de diğer projeler ile bütünlük arz edecek şekilde planlanmaktadır.

Hazar ve Orta Doğu bölgesi gaz kaynaklarının AB piyasalarına ulaştırılmasını hedefleyen Güney Avrupa Gaz Ringi (Türkiye-Yunanistan-İtalya Boru Hattı) Yunanistan bağlantısı 2007 yılında tamamlanarak işletmeye başlamıştır. İtalya bağlantısının 2012 yılında tamamlanması hedeflenmektedir.

Yıllık 12 milyar m³ kapasite ile Yunanistan ve İtalya gaz piyasalarında önemli bir paya sahip olacak olan bu proje, Türkiye gaz sisteminin AB ile bütünleşmesinin ilk adımını oluşturmuştur.

Avrupa’ya doğal gaz açılımı çalışmaları kapsamında Türkiye’yi Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya bağlayacak ve Hazar Bölgesi ve Ortadoğu’nun gaz kaynaklarını Orta Avrupa Doğal Gaz Dağıtım Merkezine ulaştıracak olan NABUCCO Projesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. AB resmi belgelerinde en öncelikli projeler arasında yer verilen Nabucco projesi ile toplam 3.400 km uzunlukta bir hattan yıllık 31 milyar m³ gazın taşınması hedeflenmektedir. Nabucco Projesi Uluslararası Anlaşması 13 Temmuz 2009 tarihinde Ankara’da imzalanmış olup 14 Temmuz 2009 tarihinde de Proje Destek Anlaşması müzakereleri başlatılmıştır.

Mısır doğal gaz kaynaklarının ülkemize taşınmasına yönelik Arap Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.

Bunun dışında ülkemizde;

Yurt içinde petrol ve doğal gaz arama ve üretim çalışmalarımıza önem ve öncelik verilmeye devam edilecektir.
Avrupa’nın artan doğal gaz talebinin karşılanmasında, bölgemizdeki kaynakların Avrupa’ya nakline yönelik projelerin ülkemiz üzerinden geçişine stratejik bir önem verilecektir.

Ülkemizin orta ve uzun vadede bir doğalgaz ticaret merkezi (hub) konumuna gelmesine yönelik politikamız ısrarla sürdürülecektir.

DOĞALGAZ NASIL OLUŞUR;

Doğal gazın kısa tarihini açıklamak için jeoloji biliminin ışığı altında 4,5 milyar yıllık Yerküre tarihinde biraz geriye gitmemiz gerekiyor! Yerküre tarihinin bir güne sığdırıldığını farz ederseniz, yaşam çok erken başlar: sabah saat 4 gibi, ilk basit tek hücreli organizmaların doğuşuyla birlikte. Ama sonra, takip eden on altı saat süresince hiçbir ilerleme göstermez. Akşam saat neredeyse 20:30’a doğru ilk deniz bitkileri belirir. 22:00’den hemen evvel, karalarda bitkiler yeşermeye başlar. Günün sona ermesine iki saatten az kala ilk kara canlıları belirir.

Dünyanın son iki saatini veya yaklaşık 300-400 milyon yıl öncesini hayal etmeye çalışalım. Denizlerde dopdolu bir organik yaşam ve karalarda yüksek ormanlar. Zamanı hızla ileri alalım. Yıllar ilerledikçe iklim değişiyor. Ormanlar yerlerini çöllere bırakıyor, denizler kuruyor ve sonra tekrar doluyor. Her kökten değişimin sonunda, o döneme uyum sağlamış canlılar yok oluyor ve suyla birlikte gelen çamur ve kumların altına gömülüyor.

Doğal gazın oluşumunu anlamak için jeolojik zaman yolculuğumuza ara verip yaşamın devamını sağlayan küçüklerin dünyasını keşfetmemiz gerekiyor. Bakteriler olmadan bir gün dahi yaşayamayız. Onlar bizim atıklarımızı işler ve yeniden kullanılabilir hale getirir. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar korur. Bakteriler bağırsaklarımızda vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere dönüştürür. Havadan nitrojen almak ve onu amino  asitlere çevirmek için tamamen bakterilere bağımlıyız. Her insan vücudu 10 katrilyon civarında hücreden oluşur. Buna karşılık yaklaşık 100 katrilyon bakteri barındırır. Bakteriler harikulade doğurgandırlar. En hamaratları on dakikaya kalmadan yeni bir nesil üretebilir.

Kara ve denizlerde yaşayan canlı organizmalar öldükten sonra bakterilerin faaliyeti ile çürümeye başlarlar. Bakterilerin oksijenli ortamdaki faaliyeti oksitleme işlemidir. Bu işlem sırasında organik maddenin karbon atomu oskijen ile birleşir ve karbondioksit gazı açığa çıkar. Organik birikintilerin yeni çökelen maddeler ile örtülmesiyle ortamın hava ile teması kesilir. Bundan sonra oksijensiz ortamda yaşayabilen bakterilerin faaliyeti başlar. Sülfat indirgeyici bakteriler organik maddenin sülfat iyonunun (SO4=) oksijenini kullanarak çürük yumurta kokusuna sahip, çok zehirleyici olan ve bataklık gazı olarak da bilinen hidrojensülfür gazını oluştururlar. Çökelme ortamında daha derinlere inildikçe sülfatlı bileşenlerin tükenmesiyle birlikte metan gazının türediği zon başlar.

Metanojenik bakteriler organik maddenin yapısındaki hidrojeni açığa çıkartırlar ve karboksil grupların hidrojen tarafından indirgenmesiyle metan gazı (CH4) açığa çıkar.

Bu işlemlerle türeyen metan gazı biyojenik metan gazı olarak bilinir. Dünyada bugüne kadar keşfedilen doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %20’si biyolojik yolla türeyen metan gazından oluşmaktadır. Organik maddenin gömülme derinliği arttıkça sıcaklık artışıyla birlikte bakterilerin faaliyetleri de azalır. Bakterilerin yaşayabilecekleri en yüksek sıcaklık 100 ºC’dir.  Yer kabuğunun normal jeotermal sıcaklık gradyanına göre 1000 metreden daha derinlerde bakterilerin biyokimyasal işleminin sürmesi ve biyojenik doğal gaz türemesi mümkün değildir. Bakteri faaliyetini durduran sıcaklık artışı organik maddenin daha yoğun hale gelmesine ve sudaki çözünürlülüğünün sıfıra inmesine neden olur. Bu evrede oluşan makro hidrokarbon molekülü kerojen olarak adlandırılır. Artan sıcaklık artışı nedeniyle kerojen termokimyasal olarak parçalanmaya başlar. Kerojenin kompleks kimyasal yapısından kopan çeşitli uzunluktaki moleküller sıvı ve gaz fazında çeşitli hidrokarbonları oluştururlar. Bu bildiğimiz ham petrol türümünün gerçekleştiği evredir. Ham petrol türümünün gerçekleştiği kaynak kayada sıcaklığın 150 ºC’nin üzerine çıkmasıyla ham petrolü oluşturan hidrokarbonlar parçalanarak doğal gazı oluşturan metan, etan gibi gazlara dönüşürler. Ham petrolün sıcaklık artışıyla parçalanmasıyla oluşan doğal gaz, termojenik doğal gaz olarak adlandırılır. Doğal gaza bir anlamda petrolün olgunlaşmış hali olarak da bakabiliriz.

Anlayacağımız, bizler için bu kadar değerli olan ve dillerden düşmeyen doğal gaz aslında dünyamızın ilk sahipleri olan bitki ve hayvan kalıntıları ile karınlarını doyuran bakterilerin çevriminden zamanla geriye kalan karbon ve hidrojendir.

Doğal gaz, fosil yakıtlar içinde en az karbon ve en çok hidrojen içeren en temiz yakıttır. Kömür ise en fazla karbon içeren en kirli yakıttır. Yanma işleminde havanın oksijeni doğal gazın hidrojeni ile birleşerek su buharı oluşturur ve enerji ortaya çıkar. Oksijenin karbon ile birleşmesiyle yan ürün olarak da karbondioksit gazı açığa çıkar. Atmosferdeki “doğal” karbondioksit düzeyi, yani insanlık endüstriyel etkinlikler ve enerji tüketimi ile havaya karbon basmaya başlamadan geçerli olan düzey, milyonda 280 civarındadır. Günümüzdeyse milyonda 360’ı aştı. 1850’den bu yana havaya yaklaşık 100 milyar ton ekstra karbon yolladığımız hesaplanmıştır ve bu toplama her yıl yaklaşık 7 milyar ton eklenmektedir. Bu muazzam değişimin Yerküre üzerinde katastrofik etkisinden korkulmaktadır. Dünyamızın ikliminin istikrarlı ve mutlu kalabilmesi için karbon atığının sınırlandırılması gerekmektedir.

Doğal gaz temiz enerji olması nedeniyle dünyada tüketimi en fazla artan enerji kaynağı haline gelmiş durumda. Günümüzde dünyanın birincil enerji tüketiminin dörtte biri doğal gazdan karşılanıyor. Önümüzdeki 20-30 yıl içinde ise dünya enerji tüketiminin yaklaşık yarısının doğal gazdan karşılanacağı öngörülmektedir.

Bir cevap yazın